31.01.2008

YUNUS VE AŞK / Hicran Özalp

İSTANBUL'DA BİENAL - 2. Ekim. 2007

Bugün Öğretim üyesi olduğum Mimarlık Fakültesi öğrencilerimizle 10. İstanbul Bienaline geziye gittik. Aslında fakülte dekanlığı’na verilen listede ismim geçmiyordu ancak iç sesim (üst benliğim) gitmemi söylüyordu. Ben de tabi ki iç sesimi dinlemeye karar verdim ve geziye çıktık.

İstanbul Modern’e geldiğimiz de bir rehber eşliğinde geziyorduk. Ve bu yazıyı yazmama sebep olan eserin içinde bulduk kendimizi, eser iki duvar arasındaki aydınlatılmış yoldan bizi içine alıyordu, karşılıklı bulunan duvarlar dar bir koridor oluşturuyor, biz o koridordan yavaşça geçerken eseri anlamaya çalışıyorduk. Bir yanımdaki beyaz duvarda ters olarak bazı yazılar yazılmıştı, diğer duvar ise aynadan bir duvardı, ve o yazılarda Yunus Emre ‘nin şu dizeleri yazılıydı:

Mani evine daldık, vücuda seyran kıldık
İki cihan seyrini, cümle vücudda bulduk
Yedi gök yedi yeri, dağları denizleri
Cenneti cehennemi, cümle vücudda bulduk

Tevrat ile incili, Furkan ile Zeburu
Bunlardan beyanı cümle vücudda bulduk
Yunusun sözleri hak, cümlemiz dedik saddak
Kanda istersen anda HAK, cümle vücudda bulduk

Yazılar, tersten yazıldığı için düz bakınca okunmuyor, sadece aynadaki yansımasından okunabiliyordu. Eserin içinde devam ederken, eser bir labirent gibi içe doğru kıvrılıyordu, sola döndüğümüzde birden koridorda bir başka ayna ile karşılaştık, sonra tekrar sola döndüğümüzde koridorun sonunda tekrar bir ayna ile karşılaştık. Koridor giderek karanlıklaşıyordu, koridordan geçerken önce karşımızdan birileri geliyor zannediyorduk ama sonra o görüntülerin aynadaki yansımamız olduğunu fark ediyorduk. Birden tüm ışıklar söndü ve geçit iyice daraldı, içlerimizi bir korku sardı. Karanlık ve dar geçitler her zaman bizi korkutmuştur. Bazılarımız içeri girmek istemedi, içeri girdiğimizde ise birden kendimizi aynanın diğer tarafında bir merkezde bulduk. İçerisi aydınlıktı ve her şeyi o merkezden güvenle açıklıkla izleyebiliyorduk. Dışarıda iken her şey karışıktı ama içeride her şey görünüyor ve anlaşılırdı. Tıpkı Yunus Emre’nin duvarda yazılı olan sözleri gibi

Mani evine daldık, vücuda seyran kıldık
İki cihan seyrini, cümle vücudda bulduk
Yedi gök yedi yeri, dağları denizleri
Cenneti cehennemi, cümle vücudda bulduk

Bu sözlerin anlamını açıklıyordu bize rehber; dünya’da 2 alem arasında; yaşadığımız dünya ve öte alem arasında bedenlenen ruhlarımız, hayat yolunda ilerlerken bazı şeyleri anlamlandırmaya çalışıyordu, mana evi kendi içimizde diyordu Yunus Emre. Kendi içimizi ise cümle vücudda bulduk dizelerinde ise Tanrıyı kendi içimizde bulduk diyordu. Eserde kendi anlatımında dış dünyada gördüğümüz baktığımız şeyleri anlamlandıramadığımızı ancak onların karşımıza konan aynalar olduğunu fark ettiğimizde anlamını kavrayabiliyoruz diyordu ve bu yol bizi farklı geçitlerle kendi içimize doğru ilerlerken, sanki karşımızda bize doğru , bize karşı insanlar geliyor gibi algılarken aslında onların da bizim aynalarımız olduğunu anlatıyordu.

Sonra birden yol ve aynalar bitiyor, içine girmeye korktuğumuz dar kapkaranlık bir geçite geliyorduk; içine bakmaya korktuğumuz sessiz ve karanlık gibi kendi içimize dönmenin eşiğinde de içine girmeye korkuyorduk. Sonra içine girdiğimizde o büyük aynanın arka yüzünde kendimiz olduğunu anlıyor ve herkesi karşıdan izleyebiliyorduk. Biz Tanrı idik, her şeyi bilen gören güç olmuştuk kendi içimizde, Yunus Emre’nin dizelerinde dediği gibi. O farkındalık ile o labirentten çıkarken bu defa her şey farklı görünüyordu bize.

Bir anda; günlerdir düşündüğüm, yaşamımda aslında beni en çok üzen ya da sevindiren, ailem ya da iş yaşamımda ne varsa bizim aynalarımızdır diye konuşuyor ve kendi içimin derinliklerine sessizlikle yol almaya çalışırken kendimi Yunus Emre’nin sözleri rehberliğinde dünya illüzyon oyununun anlatıldığı bir eserin içinde öğrencilerimle birlikte bulmuştum.

Ben kendi derinliklerimde eseri algılarken, birden öğrencilerimden sorular geldi, “hocam biz bir şey anlamadık? Bize anlatır mısınız?” diyorlardı. Henüz 18 yaşında üniversite de mimarlık fakültesini yeni kazanmış ve okulun ikinci gününde birden böyle bir eserin ve anlamın içinde şaşkına dönmüşlerdi. Ben de eserde anlatılmaya çalışılanı Yunus Emre’nin dizelerindeki anlamı anlattım. Bana gözleriyle Hocam o eserden bu kadar anlamı nasıl çıkardınız? gerçekten çok güzelmiş diyorlardı.

Yaşamdaki aynalarımı düşündüm, tüm yaşamımı düşündüm, beni en çok üzen olayların aslında benim kendi mükemmellik takıntım içinde kendini suçlama döngüsü yada toplumsal veya aile baskısıyla oluşan içimdeki değersizlik ya da yetersizlik duygusunun yansımasını yaşadığım olaylar dizisi olduğunu fark ediyordum.

Bütününde her şey eserde de anlatıldığı gibi anlamı dışarıda aradığımız zaman, anlayamıyorduk, dışarısı çünkü bir yansıma idi ama dış dünya renkli, kalabalık, aydınlık ve canlı görünüyordu, kendi içimiz ise karanlık, sessiz ve daha dar bir geçitten giderek ulaşılacak bir yoldu ve kendimize giden geçitin önünde korkular ve aynalar doluydu, o noktada seçim bizimdi ya aynalar veya korkulara kapılarak kendi içimize giden yoldan vazgeçmek veya fark edememek , ya da cesaretle aynalar veya karanlığa rağmen kendi özümüze yol almak .

Kendi özümüzde Tanrıyız, yaratan bizim içimizde, Yunus Emre’nin dizelerinde aşkla söylediği gibi;

Aşk ile ister idik yine bulduk ol canı
Gömlek edinmiş giyer suret ile bu teni
**
Yunus imdi sen senden, ayrı değilsin candan
Sen sende bulmaz isen, nerde bulasın anı
*
HİCRAN ÖZALP